Ana içeriğe atla

Başlangıç

Merhaba.

Blogun başlığı altına da yazdığım gibi bir süredir, aklımda olan ve dağınık halde notladığım düşünceleri belki de toparlamama vesile olacak bir blog açma fikrim vardı. Bugüne kısmetmiş. :)

Blog için biraz cool duracak bir isim aradım ama bulamadım. Kendi ismimle idare edeceğiz artık.

Tabii ki kaçınılmaz olarak en çok sinema üzerine yazmama vesile olacak bir alan burası, ama onun dışında da, hatta uzun vadede daha çok onun dışında, siyasete, felsefeye, gündelik hayata, ülkeye, hislere ve düşüncelere dair yazabilmek istiyorum. Umarım, blogların başına sıkça gelen durum gibi hızla unutuşa terk etmem.

Bu mecradan bir diğer beklentimse yazdıklarım üzerine tartışabileceğimiz bir alan olması. Umarım okuyanlar olursa içlerinden cevap verenler ve de soru soranlar olur. Cevaplardan ziyade soruları olan bir insanım. Ama yine de beklentim cevaplar değil, daha çok, hep soru.

Bu daha ve hala başlangıç... :)

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şevket Bey ve Kızları

[Bu yazı Eylül 2019'da "Kız Kardeşler" filmi vizyona girdiği dönemde yazılmıştı fakat türlü sebeplerle yayımlamamaya karar vermiştim. Bir sosyal medya paylaşımı sonrası yazının tamamını soranlar olduğu için şimdi buradan paylaşıyorum.] Kız Kardeşler filminin sinema yazınında ve sinefil çevrelerde yarattığı coşku, benim gibi filmi oldukça zayıf ve sorunlu bulan insanlarda belli bir şaşkınlığa yol açtı. Açıkçası mizansenlerdeki, anlatıdaki ve karakterizasyondaki zayıflıkları görmezden gelmenin pek de mümkün olmadığını düşünmüştüm ama yanılmışım. Film gösterildikten sonra konuştuğum çok sayıda insanla üzerinde ortaklaştığım bu yargılara yazılı olarak rastlamamış olmaksa oldukça düşündürücü. Biraz da bu sebeple üzerime vazife görüp bu yazıyı yazmaya karar verdim. Fakat filme dair çözümlemelere bu bahsettiğim sinemasal zaaflarını ikinci sıraya bırakarak başlamak daha doğru olur. Çünkü bence daha önemli olan ve filmle doğrudan bir ilişki kurmamı engelleyen temel bir sorun var: ...

Vasatlaşmanın sistematiği 1 - Durum tespiti

Oldukça iddialı bir başlık olduğunun ve bunun hakkını vermenin kolay olmayacağının farkındayım ama yine de elimden geleni yapacağım. Bu ve arkasından gelecek olan yazılardan oluşacak bir dizi paylaşım daha geniş biçimlerde tartışılması ve kolektif olarak üzerine kafa yorulması gerektiğini düşündüğüm meselelere dair önermeler ve fikirler ortaya atma girişimi olacak. Temel olarak, yakından ve içeriden bildiğim bir alan olan sinema üretiminin işleyişini esas alacağım ama aslında burada bahsetmek istediğim konuların başka sanatsal ve kültürel üretim alanlarındaki sorunlarla da örtüşen tarafları olduğunu düşünüyorum. Hatta bu meseleleri başka üretim pratiklerinden gelen arkadaşlarla tartışmak bence çok önemli. Umarım böyle bir diyalog da mümkün olur. Uzunca bir süredir ve Türkiye'yi de aşan küresel bir durum olarak kültür ve sanat alanındaki vasatlaşmadan bahsediliyor. Bunda otoriterleşen ve genel olarak sağcılaşan siyasi alanın etkisi yadsınamaz. Fakat burada, görünür yüzeyin ötesi...

Hiper-etkileşimlilik çağında sinemanın ve eleştirinin sefaleti

Bir süredir, tarihin (ve sinemanın) bir nevi sonuna geldiğimiz hissiyle cebelleşiyorum. Her ne kadar bu hissin yanıltıcılığının farkında olsam da üzerine düşünmek beni ister istemez içinde yer aldığım bir faaliyet alanının işleyişini, yani sinema üretme modellerimizi ve genel olarak yaratım süreçlerini etkileyen karamsar bir tabloyla yüz yüze getirdi. Benim de parçası olduğum bir sanatsal pratiğin sistem tarafından artık manidar işler üretemeyecek biçimde formatlanmış oluşu sinemaya dair sorgulamaları da peşinden getiriyor. Öncelikle şu tarihin sonu hissimi biraz netleştirmek istiyorum. İçinde bulunduğumuz dönemin işleyişini inanılmaz bir keskinlikle tespit eden İngiliz teorisyen Mark Fisher günümüzün kültürel dünyasını betimlerken yeninin ortadan kalktığı, her şeyin var olanın yavan bir tekrarı olduğu bir kısırlıktan, metaforik ölüm halinden bahsediyor ve soruyor: “Bir kültür yeni olmaksızın nasıl varlığını sürdürebilir? Eğer gençler, sürprizler üretme gücünden artık yoksunsa ne ...