Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yorumlar ve geri dönüşler üzerine birkaç küçük not

Pazar günü paylaştığım "Hiper-etkileşimlilik çağında sinemanın ve eleştirinin sefaleti" başlıklı yazıya, gelen tepkilere ve bunların bende yarattığı düşüncelere dair birkaç şey söylemek istiyorum. Öncelikle yazının kendilerinde de yazma arzusunu tetiklediğini söyleyen, farklı üretim alanlarından çok sayıda insan oldu. Bu gerçekten çok sevindirici bir sonuç benim açımdan. Umarım bu arzular kısa erimli kalmaz ve benzer yazılar güncel sanat, müzik, akademi, siber aktivizm, medya alanlarında da daha çok paylaşılır hale gelir. En azından, bu isteklerini benimle paylaşan arkadaşlarımı yazmaları konusunda motive etmek önümüzdeki günlerdeki gündemlerimden biri olacak. Diğer taraftan twitter üzerinden gelen, oldukça kafa açıcı ve meselenin farklı boyutlarına değinen sorgulamalar, kişisel deneyim paylaşımları oldu. Bunlardan birkaçına burada değinmek ve o arkadaşlarımın da katkısıyla bir önceki yazıda ortaya atmaya çalıştığım fikirleri bir nebze daha açmak ve mümkün olursa somutlaş

Hiper-etkileşimlilik çağında sinemanın ve eleştirinin sefaleti

Bir süredir, tarihin (ve sinemanın) bir nevi sonuna geldiğimiz hissiyle cebelleşiyorum. Her ne kadar bu hissin yanıltıcılığının farkında olsam da üzerine düşünmek beni ister istemez içinde yer aldığım bir faaliyet alanının işleyişini, yani sinema üretme modellerimizi ve genel olarak yaratım süreçlerini etkileyen karamsar bir tabloyla yüz yüze getirdi. Benim de parçası olduğum bir sanatsal pratiğin sistem tarafından artık manidar işler üretemeyecek biçimde formatlanmış oluşu sinemaya dair sorgulamaları da peşinden getiriyor. Öncelikle şu tarihin sonu hissimi biraz netleştirmek istiyorum. İçinde bulunduğumuz dönemin işleyişini inanılmaz bir keskinlikle tespit eden İngiliz teorisyen Mark Fisher günümüzün kültürel dünyasını betimlerken yeninin ortadan kalktığı, her şeyin var olanın yavan bir tekrarı olduğu bir kısırlıktan, metaforik ölüm halinden bahsediyor ve soruyor: “Bir kültür yeni olmaksızın nasıl varlığını sürdürebilir? Eğer gençler, sürprizler üretme gücünden artık yoksunsa ne

Başlangıç

Merhaba. Blogun başlığı altına da yazdığım gibi bir süredir, aklımda olan ve dağınık halde notladığım düşünceleri belki de toparlamama vesile olacak bir blog açma fikrim vardı. Bugüne kısmetmiş. :) Blog için biraz cool duracak bir isim aradım ama bulamadım. Kendi ismimle idare edeceğiz artık. Tabii ki kaçınılmaz olarak en çok sinema üzerine yazmama vesile olacak bir alan burası, ama onun dışında da, hatta uzun vadede daha çok onun dışında, siyasete, felsefeye, gündelik hayata, ülkeye, hislere ve düşüncelere dair yazabilmek istiyorum. Umarım, blogların başına sıkça gelen durum gibi hızla unutuşa terk etmem. Bu mecradan bir diğer beklentimse yazdıklarım üzerine tartışabileceğimiz bir alan olması. Umarım okuyanlar olursa içlerinden cevap verenler ve de soru soranlar olur. Cevaplardan ziyade soruları olan bir insanım. Ama yine de beklentim cevaplar değil, daha çok, hep soru. Bu daha ve hala başlangıç... :)